Home Page

Ahmet Sultan Cami

Cami Resimleri

Hasan Aleyisellam

Kariye Cami

Doktorluk

Fethullah

Bilgiler2

Catalog:


GÖLGELER
DÜNYÂ
Burada hiç kimse durucu değil,
Hepimiz dünyâdan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.
Pazarcılar gibi alış-verişle,
Öbür âlem için bir sürü işle,
Az bir sıkıntı, biraz bekleyişle,
Bu çetin köprüyü geçmeye geldik.
Gelmedik buraya biz dava için,
Encâmı karanlık bir kavga için,
Dünyâlara ait bir sevdâ için,
Bizler âb-ı hayat içmeye geldik.
Kehf ashâbı gibi mağaralarda,
O en Kutlu ile mübârek GÂR'da,
Henüz ölüp gömülmeden mezarda,
Bitmeyen çileyi çekmeye geldik.
Niceler düştüler dünyâ ağına,
Vuruldular bahçesine bağına,
Anlarlar varınca son durağına,
Bizler bu bahçeyi ekmeye geldik...

HİÇ
Yunus'un rûhuna
Gönül Sen’i bulmuş ise,
Başkasını anar mı hiç!
Ateşine yanmış ise,
Başka nâra yanar mı hiç!
Sen’i bulanlar bulmuştur,
Akıp akıp durulmuştur,
Ârif Sen’inle doymuştur,
Başkasına kanar mı hiç!
Var eden Sen’sin cihânı,
Varlığın canların cânı;
Bulanlar Sen’de ummânı,
Başka göle dalar mı hiç!
Adı her yerde okunan,
Sînede dertlere dermân,
Gönülden O'na inanan,
Başkasın Rab sanar mı hiç!
İrfan deryâsına dalan,
O'na rûhun fedâ kılan,
Cemâline hayran kalan,
Başka bala banar mı hiç!
O'nu görüp O'na yanan
Yolunun delisi olan,
Arayıp özünde bulan,
Başkasını sorar mı hiç!

GÜMÜŞ TENLİ DÜNYA
Gördümdü o gümüş tenli dünyâyı,
Kapı kapı hakîkatı ararken;
Ve onun ötesindeki ma’nâyı,
Buldum bulanlarla bir sabah erken...
Artık gözlerimde tüllenen eşyâ,
Tıpkı bir kitaptı ışıktan, renkten;
Bu bildiğim arz, o göz kırpan semâ,
Bir güzel endâmla karşımda yekten;
Nergis gibi o mahmûr bakışıyla,
Gönlüme sihirli kemendler saldı..
Durup durup gamzeler çakışıyla,
Geçtim kendimden, rûhum kala kaldı...
Her nağmede büyüleyen bir sadâ,
Kulaklara çarpan, Cennet şarkısı;
Nağmelerinde füsünkâr bir edâ,
Ruhlara ninni kevser çağıltısı...
Sevdâyla yatar, sevdâyla kalkarlar,
Bu iklimde hayata uyananlar..
Yüzlerinde sönmeyen ışık pâr pâr,
Anlar bunu ancak aşkla yananlar.
Nağmeler salarlar gelip geçerken,
Zümrüt hülyâların altın sesinden;
Şevk ü târâbla coşarlar ve derken,
İlhâm soluklarlar Hak nefesinden...
Kendilerini Cennette sanırlar,
Haz duyarlar ebedler kadar derin;
Binlerce yıl ve binlerce asırlar..
Bu tâli’li bendeleri kaderin..!
Tenezzühe çıktıkları her yerde,
Tıpkı Itrî gibi bestekârlardan;
Mûsikîler dinlerler perde perde,
Zevkine doyulmayan baharlardan...

VAROLMA SEVİNCİ
Varolma sevinci bizlerde büyük mutluluk,
Ölmezliğe, solmazlığa erdik bu îmânla...
Hasretle yanan sînelerin hasreti yokluk,
Geçmiş gidiyor en mes’ûd anları hicrânla...
Binbir tûfânın kol gezdiği iklimlerinde,
Ne bir şafak ağarır ne de bir güneş doğar..
İnkâra açık dünyâlarında perde perde;
Yeis nâralar atar, zulmet ışığı boğar...
Varlık acı bir hülyâ, ölüm korkulu rüyâ;
Bütün bir hayat boyu düşer, kalkar, sürünür..
Ve dörtbir yanıyla cehennem kesilen dünyâ,
Ölüm soluklar ruhlarına, ölüm üfürür...
Bizim ötelere açık sinelerimizde,
Ne tipi boran duyulur, ne de hazan ağlar.
Zamanın kesiksizleştiği uhrevî yüzde,
Her an ayrı bir bahar açar, neş'eler çağlar...
Guruplar, vuslat perdesini aralar geçer;
Şafaklar toyla, düğünle ağarır her gece..
Ruh bu hülyâlarla en sezilmezleri sezer;
Çözülür, çözülmeyen o bir yığın bilmece...
Duygular köpürdükçe yollar inişe döner,
İnsan kanatlanmış gibi tepelere inâd..
Her dönemeçte pırıl pırıl ayrı bir fener,
Sönmeyen ışık kaynağından ki, odur murad...

TATLI RÜYÂLAR
Bir akşam üstüydü geçmişteki bahçelerde,
Vedâ ediyordu hasretle güller hayata..
Küskündü çemenler ve çemenzâr kâinâta;
Kapanıyordu her yandan akşam perde perde..
Ve serin bir poyraz esiyordu bahçelerde...
Tasa bürümüştü bütünüyle çiçekleri,
Tülleniyordu bayrak gibi kasvetin tülü;
Kışa dâvetiyeler vardı, bahar örtülü;
Sihirli türküleriyle aldatan bir peri,
Aldatmıştı birer birer bütün çiçekleri...
Acı acı uğulduyordu her yanda rüzgâr,
Hazanla buruktu papatyalar, karanfiller..
İrem bağlarına denk o sihirli bahçeler;
Kalmamıştı bahçelerde tılsımlı lâleler,
Hep kâbus gibi esiyordu esince rüzgâr...
Kuğular, yaslı yaslı yüzüyordu sularda,
Çaylar sisle örtülmüş ve sis de dinmiyordu;
Kıyıda altın sesli kuşlar gezinmiyordu..
Hüzünlü ağıtlar “tın, tın” inlerken koylarda,
Bir ürperten yankı yükseliyordu sularda.
Geceler başıboş ve derinleşen saatler,
Çılgıncaydı o esnada karanlığın hızı,
Bitevî yarasaların keyfi gül kırmızı..
Ve derin hicrânlarla kıvranıyordum yer yer,
Aczimize göklerin açıldığı saatler.
Derken sabâ esmeye başladı bir aralık,
Diriliş kokusu geliyordu ötelerden:
Bir zaman güneşlerin kol gezdiği yerlerden;
Yırtılıyordu artık perde perde karanlık..
Ve gök kapılarında mübârek bir aralık..
Aralıktan ruhlarımıza doğan rüyâlar,
Mesajlarla rengârenkti mutlu gelecekten..
Neler bekledikse şimdiye kadar felekten,
Yoldaydı.. bir bir gerçekleşiyordu hülyâlar
Ve hicrân dönemindeki en tatlı rüyâlar...

BENİM RABB’İM
Benim Rabb’im benim Rabb’im;
Sen’den başka yoktur Rabb’im!
Dostluğunda vefa gördüm;
Sen’in vefan çoktur Rabb’im!
Kapında bendeler Sen’in,
Muradı Sen’sin cümlenin,
Aradan kaldır hicabı,
Görsünler cemâlin Rabb’im.
Ma'rûfsun bilinmez Zât’ın,
Herşeyi kaplamış tahtın;
Görenler görmüştür Sen’i,
Gözsüzlere pinhân Rabb’im!
Bildim diyenler aldandı,
Bilmeyenler nâra yandı;
Gönlümde kenzen bilindin;
Âşıklara sübhân Rabb’im!
Ruhlara ışıktır adın,
Meclislere huzûr yâdın,
Ariflerin son durağı,
Dertlilere derman Rabb’im!
Cürmüm pek çok yok tâatim,
Belki yaklaştı saatim,
Etmezsen inâyet eğer
Kimden ola gufran Rabb’im!

FENÂ ve BEKÂ
Dünyâyı bir Cennet saydı sayanlar,
Düşdü arkasına hep aldananlar;
Dahası takılıp yolda kalanlar..
Ziyân olup, heder olup gittiler,
Tasa olup, keder olup gittiler.
Bir uzun yol, menzile zor erilir,
Erenler de gerildikçe gerilir..
İnâyet olmazsa çok zor girilir;
Dere olur, yokuş olur,zâr olur,
Tipi olur, boran olur, kar olur.
Emeller âdetâ kuyu içinde,
Gassal kazanının suyu içinde;
Varılmaz sâhilin koyu içinde...
Hem hicran hem yeis, yürekler hissiz,
Düşler kâbuslu, düşler merhametsiz.
Dünyâ bir fırıldak pek çok köşeli,
Her yanında inci mercan döşeli,
İnsanoğlu bu tuzağa düşeli,
Dermansız ve alîl, mahkûm ve sefil,
Şeytanın ağında, şeytanlar delîl.
Duruş aldatıcı, görünüş yalan,
Gelenler çok ama var mı bir kalan?
Gafillere plân üstüne plân..
Sezip aldanmayan kullar nerede..?
Ve, Hakk'a götüren yollar nerede..?
İzler var yollarda, izler silinmez,
Işıkla yürümüş Ulu bilinmez;
Herkes elenip gider O elenmez;
Sonsuzluk yolunda bir kudsî rehber,
Zirvelere ermiş Yüce Peygamber.
Işık ordusunun biricik nûru,
Garip ruhların neş’esi, sürûru,
İnananların sarsılmayan sûru..
O’na sığınanlar şâd olur-gider,
Ebedlere kadar yâd olur-gider.
Kulluğunla fahra erdik Sultanım!
Işığınla yola girdik Sultanım!
Sayende sevdik, sevildik Sultanım!
Sen’siz yol aşılmaz, kervan yürümez!
Sen’siz mahşer olmaz, kimse dirilmez!

VUSLAT
Ömrünü bitevî Dost yolunda yaşayanlar,
Ruhlarında her lâhza bir başka zevk duyarlar.
Hülyâlarına akan binbir ma’nâyla tutkun,
Bilmezler geceyi-gündüzü sanki hep meftûn.
Her mevsim bir bahar, her ses bir bülbül nağmesi,
Bu tatlı rüyâda her taraf Cennet bahçesi.
Yamaçları kar-kış bilmez, rengârenk çiçekler,
Yapraklarda cilve çakar, ötüşür böcekler.
Bu bitmeyen koroda başka şey işitilmez;
Burada güller solmaz, bu bahçe hazan bilmez.
Gökler pırıl pırıl, bir sonsuz ilmin hecesi,
Sevdâlı hülyaların büyülü bilmecesi.
İnsan bir kez bu ışık ikliminde yaşasa,
Ve Sonsuz’un meltemleri de rûhunu sarsa;
Sermest olur, O bilinmezin râyihasiyle,
Coşar ve nâra atar elinde kâsesiyle.
Hiç kanmayan meykeşler gibi içtikçe içer,
Rûhunu saran ma’nâ ile kendinden geçer...
Duyduğu her yeni hazla bir başka hâl alır;
Kalırsa insan bu zevk için dünyada kalır.
Şevk onları coşturduğu demlerde öteden,
Cennet’e erer başları oldukları yerden.




HİCRAN

UYANDIĞIM ŞAFAK

Uyandığımda ilk şafak, kar-kış başımdaydı,
Derken sabâ etrafa bahar muştusu yaydı.
Hicran demine denk bir lezzet çağı açıldı,
Ümît dünyâma rengârenk ışıklar saçıldı.
Gönlüm şahlanıp, rûhum büyülendi bu hazla,
Eğildim benliğimi saran hiss-i niyâzla.
Fecir karanlığın önünde ilerliyordu,
Yâkûb’a Yûsuf’unun kokusu geliyordu...
Bir başka çark ediyordu tâliime felek,
Ufkumda Leylâ ümîdi Mecnûn’unkine denk...
Hayat fışkırıyordu, hava, su ve topraktan;
Kurtuluyorduk artık milletçe yok olmaktan...
Sımsıcak günlerin râyihasıyla yeniden,
Şahlandı vatan ve vatan evlâdı derinden.
Artık güller, çiçekler, çemenlerle beraber,
Her şeyde bu kutlu doğuştan bir sırlı haber...
Bu lâtif bahar örtüsü altında ölüler,
Şâd oldu.. şâd oldu gökler, yerler ve öteler.
RÛHUMUN EMELİ

Eşyânın kollarında ve nizamla diz dize,
Büyülendimdi gelince âhenkle yüz yüze...
Rengârenk her yan, tüllenen ma’nâ buğu buğu,
Bir tomurcuk açar gibi var olmaya doğru...
Her perdede ayrı bir visâl, ayrı bir huzûr;
Vicdandaki irfanla bakınca her taraf nûr...
İç içe güzellik her köşe, iç içe ma’nâ,
Duruyor karşımda tabiat bir gül-i ra’nâ,
Sesler, renkler, buudlar.. bu ne müthiş hendese!
Vuruldum kâinat mûsikîsindeki sese...
Gökler ayrı bir kaneviçe.. ve ötesinde,
Kudret; inse, cinne birşey anlatma kasdinde.
Yer cıvıl cıvıl insan, hayvan, ağaç ve toprak..
Semâ başlar üstünde bir kitap; yaprak yaprak...
Yüzyüze iki levhâ birbirine bakıyor,
Yıldızlar bizlere dâvet gamzesi çakıyor.
O’na dâvet, sonsuza dâvet bütün soluklar,
Her köşeye nurlar taşıyor nurdan oluklar.
Sen’den ey Yüce Mevlâ, Sen’den bütün bu işler!
Senden, ey bencil nefsim, senden bütün teşvişler!
Ey Rab! Sen’i bilmemek hasret, yakınlık ateş;
Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş...
Hele aşkın-hele aşkın.. aşkın tam bir Cennet!
Aşkınla dirilmeme, ne olur inâyet et!
Esmâ ve sıfâtın herbiri sır üstüne sır,
Sırların da ancak kapıkullarına hazır...
Sultanlık işim mi! Ben bir kulağı küpeli,
Kabûl et, budur İlâhî rûhumun emeli..!
BÜLBÜLÜN ÇIĞLIĞI

Bülbül hep kuytu bahçelerde öter,
Çiçeklerin raksettiği demlerde...
Her nağmesi bir poyraz olur eser,
Gariplerin dolaştığı yerlerde..
Feryâdı sînemdeki âhlara denk..
Ve bayırlarda perde perde sesi;
Dövünür tâ güneş doğuncaya dek,
Alevden demetler tıpkı nefesi...
El değmedik ağaçların başında,
Bir ömür boyu hiç durmadan inler;
Hüzün çağlar gözlerinin yaşında,
Kim görür, kim anlar ve kimler dinler!?
ÖTELER İŞTİYÂKI

Esip sarınca ruhları dört bir yandan hazan,
Yalnızlık ayrı bir dert, ülfet ayrı bir çile..
Göçmeye hazırlık var, sînelerde hafakan;
Vedâlaşma zamanı bundan böyle hepsiyle...
Dünyâ denen bu ise, tam ifritten bir azâp,
Gönüllerde burkuntu, dimağlarda bir sancı.
Artık yaşamak dert, onu duymaksa ızdırâp,
Bilmem nasıl geçecek hiç dinmeyen bu acı..?
Yetiş ey ebedî dost, yetiş ki pek bunaldım!
Kılıcım kesmez oldu, terkeşimde tek ok var;
Aşılmaz bu tepeler Sen olmadan, inandım..
Ve inanç kuşağında yâr oldu bana ağyâr...
En tatlı hülyâlarla koşayım yollarında,
Anladım Sen’den gayri herşey aldatan serâp!
Noktalansın bu hayat ölümün kollarında,
Değil mi ki Sen’i buldum.. buldum Sen’i ey Râb!
Yaşayıp doydum artık, doyulmayan dünyâdan,
İsterse hemen bitsin şu bitmeyen sonbahar;
Fırlasın bu son okum, fırlayıp çıksın yaydan,
Kanıma bedel olsun bakışı şehlâ şikâr...
GÖZLERİMDE KAN

İçimde ızdırâp, gözümde damla damla kan
Sultânım el amân!
Ey rûhumu saran gizli dertlere nigehbân,
Lutfeyle el amân!
Hakkım diyemem ama, affıma ferman yok mu?
Cürmüm öyle çok mu..?
Boynu tasmalı bir kulum kapında her zaman,
Rûhum Sana kurban..!
Bir kere nazar kılmaz mısın ciğerim kebâp?
Yıllardır bu azâp...
Sen ehl-i keremsin, sun ihsân üstüne ihsân!
Ey derdime dermân!
Tabîbim, derde dermânımsın.. perîşan hâlim..!
Kalmadı mecâlim...
Bırakma ne olur, âteş-i hasrette nâlân!
Gözlerim çağlayan...
KIŞ GECELERİ

Kış gecelerinde oturmuş düşünüyorum,
Ardarda inanç ve ümît, sarsıntı ve kaos.
Kış gecelerinde terliyor ve üşüyorum,
Hülyâlarda sallantı ve rüyâlarda kâbus...
Bülbüllerde sessizlik, çiçeklerde bekleyiş,
Sevinç-hüzün iç içe; gönlümün itiyâdı...
Ekseriya tekdüze, ara-sıra tekleyiş;
Bahar nâraları yanında, hazân feryâdı.
Bazan mûsikî gibi tatlı esiyor rüzgâr,
Fıkırdıyor herşey; kuş, böcek, ağaç ve yaprak;
Bazan serin bir poyrazla sarsılıyor bahar,
Yeisle geriniyor dere, tepe, taş, toprak...
Soluyor gül çehrelerinde güzellik renk renk,
Azmin şakaklarında eski günlerin teri;
Gurbet tütüyor her yanda, sarsılıyor âhenk
Bir ürperten belirsizlik kaplıyor her yeri!
Zirvelerde sis ve duman, ovalarda güneş,
İçiçe esiyor her yerde bora ve meltem;
Düşen rahmet damlaları, çılgın sellere eş,
Zıtların bayramı, zifafta sevinç ve mâtem...
IZDIRAP İNSANI

Mumlar gibi titrer ve sızlar sînesi zâr zâr,
Gezinir şafakların ağardığı dağlarda.
Kendi Cennet’te olsa da rûhunda mağmalar,
Hep hülyâlarıyla dolaşır mutlu çağlarda...
Ufku tıpkı ormansız dağlar gibi simsiyah,
Simsiyahtır bütün mortepeler, şûh adalar,
Hazânlarla sarsılırken sînesi her sabah..
Ve rûhunu döve döve delinir havanlar.
Kalbi kuşlar gibi ürkek, gözleri hummâlı;
Tokmak sedâsı verir rûhunda hâdiseler.
Her gece saatle savaşır, hergün hülyâlı,
Dilinde ızdırâp türküsü hep söyler gezer.
Yer yer ümitle coşar, içinde sırlı bir haz,
Başı fânîleri Sonsuz’dan ayıran yerde;
Haykırınca polattan sesiyle âvâz âvâz,
Ra'şeler uyarır gönüllerde perde perde...
Sevdâyla sızlar sızlarken en kuytu yerlerde,
İnler-dolaşır dâim, inler onunla yollar;
Hergün bir şikâr peşinde, hergün bir siperde,
Ufukların ağaracağı mevsimi kollar...
Bazen vefâ hiç ses vermez, herşey lâl kesilir..
Ve rûhuna saplanır kankırmızı tırnaklar;
Bazen burcu burcu bahar kokuları gelir;
Bakarsın bin râyihayla ninni söyler rüzgâr...
HİCRÂN VE ÜMİT

Yine hicrân dolu günleri andım,
Yıllar gözyaşına karışıp gitmiş.
Ürperdim ve yerimde kalakaldım,
Dostlar düşmanlarla barışıp gitmiş.
Yüzerken millet derin uykularda,
Kaybolup gitti değerler ardarda...
Kan-ter var mâzînin şakaklarında,
Demir bukağılar ayaklarında;
Acı bir tebessüm dudaklarında;
Ne kızıl bir ruhla çarpışıp gitmiş...
Hâlâ ufukta yer yer karanlıklar;
Gecenin arkasında gündüzler var...
Hazân esmiş bütün bağlar bozulmuş,
Sararmış yapraklar çiçekler solmuş,
Yiğit ölmüş, küheylânı yorulmuş
Koca bir ifritle savaşıp gitmiş.
Şimdi olsa da çok çok uzaklarda,
Bekliyoruz hülyâlı şafaklarda...
Bir zamanlar parıldayan o tâclar,
Tâcdârlara sîne açan yamaçlar;
Altın yamaçlarda zümrüt ağaçlar,
Hicrân kervanına ulaşıp gitmiş.
Kıvılcım var, o ürperten sönüşten,
Kıvılcımda mesajlar var dönüşten...
BÜLBÜL ÖTMESİN

Yok artık işim güller, çemenler, lâlelerle,
Aynı görüyorum karanfili yâseminle...
Duyduğumdan beri râyihasını sonsuzun,
Bir dünyâ ki, ölümle sona ermez; upuzun...
Kalmadı gözümde ne renk ne ziyâ sevdâsı,
Yeryüzünün ak zambakları, mor papatyası.
İsterse hiç açmasın tepelerde çiçekler,
Uçuşup, çiçeklerle oynaşmasın böcekler..
Ötmesin hiç bülbüller, uçmasın kelebekler,
Şimdi rûhum renkler ötesi birşeyler bekler.
Gönlümde ağaran o kutlu günün sabâhı,
Gördüğüm, günler arasında günlerin şâhı...
HİCRANLI YILLAR )

Hazânla geçti yıllar, aylar Muharrem gibi,
Yollara dökülüp bekleyen gözler pek yorgun.
Girdapla iç içeydiler, girdap ki yok dibi,
Ruh sarsık, gönül hafakanlı, düşünce durgun...
Yasla buruk dudaklarda kederli besteler,
Sînelerde sessiz çığlık, dimağlarda hummâ..
Ve hergün poyrazla gelen hüzünlü bir haber,
Biz bize hasm olmuştuk, yaygındı bu muammâ...
Çözülüş çok kadîm.. sanıldığından da erken;
Bu kara günleri sezmiştik gün ortasında.
Ay uykuya dalıp güneş ufukta sönerken,
Uyanmıştık ama, iki ateş arasında...
Şimdi yeni iklimlere açılan yelkenler,
Bir uzun sefere azmetmiş gibi yürekten;
Bu hülyâlı mâviliklerde tüllenen günler,
Mutluluk bestesi söylüyor ışıktan, renkten.
Bir kasvetli rüyâdayız şu anda, bu gerçek;
Önümüzde aydınlıklara açık bir çağ var.!
Gece koyulaşsa da birgün şafak sökecek..
Ve dalganacak rüzgâr bekleyen bayraklar.
Azmet, azmet ki göründü yer-gök sultanlığı,
Yılma uçurumlar gibi görünen boşluktan;
Yakala çağlar arasında o Altın Çağ’ı!
Peygamber safına gir, kurtul uyuşukluktan..!



IŞIK ORDUSU

IŞIK ORDUSU
Işık ordusu, aydın nâsiyelerinde nûr
Sînelerinde derin ve sımsıcak mutluluk.
Götürürler her tarafa kucak kucak huzûr;
Gözlerinin içinde buğulanır sonsuzluk..
Işık ordusu aydın nâsiyelerinde nûr.
Buhurdanlık gibi koku neşreden sîneler,
Ruhlarında rengârenk düşüncelerle hergün;
Bir şem’a etrafında uçuşan pervâneler
Duyguları, düşünceleri ışıktan bütün.
Buhurdanlık gibi koku neşreden sîneler.
İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde
Somaki musluklarından hep kevserler akar.
Hiç hazân bilmeyen yemyeşil çevrelerinde,
Hergün bir bahar olur, hergün çiçekler açar
İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde.
Sonsuzluktan gönüllerine nurlar dökülür
Uçarlar ötelere ışıkdan kanatlarla.
Gökler kucak açar, onlar bel kırar bükülür,
Çözülmez azim, sarsılmayan kanaatlarla..
Sonsuzluktan gönüllerine nurlar dökülür.

ATEŞTEN SÎNELER
Ateşten sîneleriz alev dokunmaz bize;
Kor kesilip gitmiştir gelenler semtimize...
Sararmıştı benizler yüzümüzü görmeden,
Dize gelmişti düşman murâdına ermeden.
Ruhlarına azâbız, onlar bilirler bizi,
Şimşeklerle yarıştık tanırlar hepimizi.
Azgınların başında sindirici cezâyız;
Dostlara dost isek de, düşmanlara ezâyız!
Kulaklarda çağıltı mâzî gibi ırmaktan,
Dize geldi bayraklar ay-yıldızlı bayraktan.
Hasımlara tûfândık; nûr etdik çevremizi,
İsterseniz bir sorun şanlı mâzîye bizi...
Şimdi dinmiş olsa da, ruhlarda heyecânlar,
Mutlaka tutuşacak, o eskiki akkorlar...

GENÇ ADAM
Genç adam! Düşün bir yığın dertdi ki asırlık..
Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık.
Milletin heryanı ayrı bir illetle ma’lûl;
Beyinler sarsık, kalbler baygın, devâsı meçhûl..
Meydanlar inliyor; gâyesiz kalabalıklar..
Ve insanlar tıpkı “akvaryumdaki balıklar:”
Şaşkınlıkla gidip kâh sağa tos, kâh sola tos..
Böyle bir topluluk içinde idrâka paydos!
Bunca fezâyîle cemiyet yaşar mı? Heyhât!
Göz görmez, kulak sağır, “kapkaranlık hissiyât..”
Şehirler çirkef oldu, sokaklar zift kanalı;
Gençler serâzât, herşey hürriyet payandalı...
Hayâ yırtılıp gitmiş, iffet ayak altında,
Yalan som altın, aldatma sultanlık tahtında...
Kurt gövdenin içinde yapraklar bir bir solmuş,
Millî ruh derbeder ve millet dâğidâr olmuş...
Genç adam; bu bâdirenin bahâdırı sensin!
Yıllardır, hayâllerde, düşlerde beklenensin...
Doğrul! Kendine gel! Bak tan yeri ağarıyor
Ve ışıklar karanlık ordusunu boğuyor.
Hiç durma koş tulumban elinde dört bir yana!
Göğüsle alevleri bu bir vazife sana!
Yırtılsın bütün zulmetler, belli olsun akyol...
Gel, İslâm emânetin dönmez da’vâcısı ol!
Sensin asırlardan beri beklenen kahraman,
Gel ki, artık dizlerimizde kalmadı derman..!

KALK YİĞİDİM
Kalk ey yiğit uykudan!
Kalk ki bağrımda nâlân...
Sensiz geçen günlerde,
Dolaştım ben dünlerde
Hep mahzûn ve kederli,
Sen bizi terk edeli.
Yiğidim görün artık!
Görün ki çok bunaldık.

Canlarımız gırtlakta,
Son kelime dudakta:
Gülümse milletine!
Susadık himmetine...

Kalmadı hiç gücümüz;
Bizler bir sürü öksüz
Hep itilip kakıldık;
Eşya gibi satıldık;

Hicran üstüne hicran,
Dahasına yok derman...
Her gece hayâldesin,
Sözlerde, gönüldesin,

Bir ömür boyu böyle..
Bir defa da sen söyle!
Azıcık acı bize!
Yıkılıp geldik dize...

ŞANLI SÜVARİ
Dopdolu şevklerle çıkıp yollara düşeli,
Aştın mâniaları küheylân gibi bir bir...
Encâma ereceğin heyecânından belli;
Şahlan ki şanlı süvarim zaman sana esir!
Bir kutlu da’vâ uğruna neleri aşarak,
Hayâlinde tüllenen ötelerden renklerle..
Ruhların el salladığı ufka yaklaşarak,
Şu yanık sînelerdeki kudsî dileklerle.
Erdiğin her merhalede ayrı bir aydınlık,
Bir bezme koşuyor gibisin şimdi cânanla..
Çoktan hırıltıya düştü her yanda karanlık,
Hayretle bakıyor gökler bu yeni masala...
Yıllarca görüp duyduğumuz bir tatlı rüyâ,
Altın tahtlara kurulmuş kutlu erleriyle..
Dünü ışıktan deryâ, yarını farklı ziyâ,
Bir sır peşindeler mübârek seferleriyle.
Sonsuzluk tutkusuyla yürüyorlar ileri,
Dillerinde ölümsüzlük türküsü öteden..
Açılıyor bir bir sır âlemin perdeleri,
Görüyorlar Cenneti bulundukları yerden.
Ve yürüdükçe büyüyor arkada dalgalar,
Visâle erme kuşağında geçmiş-gelecek...
Bambaşka şeyler gösteriyor şimdi aynalar:
Bugün olmasa da bir gün mâzi dirilecek!

ALTIN TENLER
Taptâze altın tenlere benzer bu yiğitler;
İniyor çevrelerine ışıktan demetler...
Sonsuzdan gelen ilhâmla doldukça dolmuşlar,
Hızır’la arkadaş olup sırlara dalmışlar...

Bir büyülü kevserle meğer hepsi de mest imiş,
Gözlerinden belli her biri bir sırra ermiş.
Tûfânlara denk heyecânları var hiç dinmez;
Polat gibi yürek taşırlar korkmaz ve sinmez...

Bilir cihân bunları, belli beldesi köyü,
Çehrelerinde fethedici gizli bir büyü..!
Ve şimdi dehâya denk bu parlak ferâsetler,
Horozu çoktan ötmüş bir kutlu şafak bekler...

AKINCI TÜRKÜSÜ
Atlasdan cepkenli yiğit akıncı!
Dönmedin geriye bunca yıl oldu.
Gözlerim yollarda ruhumda sancı,
Elimde güllerim buruşup soldu.

Gezdiğim yerlerde hep seni sordum;
Şimdi gelir diye hayâller kurdum.
Günler geçti ben: “Yarın!” deyip durdum,
Bin hafakan sînem boşalıp doldu...

Ger dizgini artık, şahlansın atın!
Ger ki, va’dedilen günler pek yakın!
Ufukta bahar var, unutma sakın!
Zulmet silindi her yöre nûr oldu.

MİLLET RUHU
Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra...
Arkadan kefenini, gömleğini soydular.
“Aman kalkar!” deyip üstüne taşlar koydular,
Bir yiğit vardı; gömdüler şu karşı bayıra.
Yiğidim, hele anlatıver olup biteni!
Sen dertli, vatan dertli, oturup ağlayalım...
Ağlayıp da sînelerimizi dağlayalım,
Yiğidim, hele anlatıver olup biteni.
Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun!
Yıllar var ki hep hayâlinle oynaşıyorum,
Kalkıp geleceğin ümîdiyle yaşıyorum...
Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun?!
Sırtımda ârdan bir gömlek, yılların vebâli,
Ümitle ışıldayan gönlüm, seni bekliyor;
Kâh göklerde uçup, kâh yerlerde emekliyor.
Sırtımda ardan bir gömlek, yılların vebâli.
Her tarafta harâb eller, baykuşlara bayram,
Köprüler birbir yıkılmış ve yollar yolcusuz,
Gelip uğrayanı kalmamış çeşmeler, susuz..
Her tarafta harâb eller, baykuşlara bayram.
İrâdelerde çatırtı, ruhlarda müthiş şok,
Târihi yağmaladı bir düzine tâlihsiz;
Değerler altüst oldu, mukaddesât sâhibsiz,
İrâdelerde çatırdı, ruhlarda müthiş şok.
Tıpkı rüyâlarda olduğu gibi diril, gel!
Beyaz atının üzerinde bir sabah erken;
Gözlerim kapalı rûhumda seni süzerken
Tıpkı rüyâlarda olduğu gibi diril, gel!

EBEDİYETE UYANANLAR
Yeni bir mevsim kızarıyor, günler şivekâr;
Rüyâlardaki o güneş çehreli nevhayâl,
Otağını kuracak bir âsûde yer arar..
İşveyle çağırıyor onu koylarda bahar,
Rûha hayat üfleyen tatlı mûsikîsiyle,
İsrâfil’in sesi, seslerin en nefîsiyle.
Ne hazân endişesi, ne de hüzünlü melâl...
Ümît iklimi her yanda sırça şadırvanlar,
Nur akıyor musluklarından, içenler mahmûr..
Bu yerde bir bir ebediyete uyananlar
Her lâhza ayrı bir vuslat hazzını duyanlar,
Sevdâya kanat açarlar inançla şen-şakrak;
Ufuklarında ağaran pırıl pırıl şafak,
Ererler hayat suyuna ellerinde fağfûr...
Bilmezler ne gurûb ânını, ne son baharı,
Kol gezer kehkeşânlar, gezdikleri yerlerde..
Her mevsim yaşarlar o güneş yüzlü çağları,
Cennetlerdekine denk tatlı hâtıraları;
Ruhları büyülenerek bir bilinmez hazla,
İki büklüm olup inlerken binbir niyâzla;
Tüllenir solmayan güzellikler perde perde...
Bir de hep melâle açık karanlık ruhlar var,
Yıllarca yaşasalar da yine ömür kısa!
Stresler, hafakanlar ve bitmeyen “eyvâhlar,”
Yaşarken çeker, giderken inler ve ağlarlar..
Önlerinde dağ, dağın arkasında yine dağ,
Sel almış ovaları, her taraf bir vîranbağ,
Gönüllerde ümîtsizlik, dimağlarda tasa...

IŞIK ADAM
Belirdi bir kır atlı;
Başı gözü polatlı;
Gözler buğulu, nemli,
Üveyk gibi kanatlı...

Geliyor dolu dizgin,
Yüreği dertle ezgin..
Izdırâb çekmiş belli,
Duyguları pek engîn.

Ululardan bir ulu,
Heyecanla dopdolu;
Dokunsan ağlayacak,
Allah’ın sâdık kulu.

Bir gariblik sesinde,
Yalan yok çehresinde..
Bakanlar anlayacak,
Işık var çevresinde.

Sür atını durmadan,
Kalmadı bende derman;
Ey metâı nûr adam!
Yok fevt edecek zaman.

Sakın geç kalma zinhâr!
İçim hasretle yanar;
Kalmadı başka sevdâm,
Ağar ufkumda ağar..!

Artık bende’nim bende’n,
Ayrılmam asla senden!
Al beni de yanına;
Vaz geçdim cân u tenden...

Sorma kim olduğumu!
Düşüp-doğrulduğumu;
Eriştim ummanına,
Unuttum boğulduğumu...

BÜYÜK ÇİLEKEŞ
Kan ter içinde yaşadın kan terdi pazarın;
Yokdu vefâdârın...

Sînelere çarpıp geçiyordu âh u zârın..
Ateşten efkârın...

Mağmâlar gibiydin yalnız kaldığın günlerde..
Derdin perde perde;

Hasretle geçip gitti hicrân dolu anların;
Müthişdi kararın:

Nurlar yağıp karanlıkları boğuncaya dek,
Bu kavga sürecek..!

Aşk rehberin olmuştu, mefkûren de dildârın;
Coşkundu esrârın...

İnleyip dolaştın çöllerde.. çöldü her yöre:
Ova, dağ ve dere...

Bahar müjdelemiştin, tüllenmeden baharın,
Ümitten diyarın..

Göçüp gittin bir gece tan yeri ağarırken..
Ak horoz öterken...

Hep anıp durmuştun, erdin vuslatına Yâr'ın..
Gönüller mezarın...

HAK ERLERİ
Gölgesine pervaneler koşar kudsîlerin,
Sîneleri güneşin tâç tabakasına denk..
İnim inim ve güvercin kalbi gibi ürkek,
Cennetler kadar şirin sonsuzluk kadar derin;
Gölgesine pervaneler koşar kudsîlerin.
Bir ayna gibi parıldayan çehrelerinde,
Öteden esip gelen nûr hüzmeleri çağlar.
Bin râyihayla eser iklimlerinde rüzgâr;
Sonsuz sükûna erer insan çevrelerinde..
Bir ayna gibi parıldayan çehrelerinde.
Hayat üfler geçerler geçtikleri her yere,
Avuçları içinde toprak altın kesilir..
Ve şeker-şerbet olur dudaklarında zehir.
Bir bir kapıları aralanmış sînelere,
Hayat üfler geçerler geçtikleri her yere.
Sözleri Sonsuz'un çerağları gibi pâr pâr,
Ufuklarında bulut, bulutlar da yüklüdür..
Sînelerinde mağma, mağmalar köpüklüdür,
Söyler, söz cevherinden çeşmeler akıtırlar,
Sözleri Sonsuz’un çerağları gibi pâr pâr.
Büyülü soluklarından gebe kalan zaman,
Bir kutlu doğum sancısıyla hep kıvrım kıvrım..
Ve anladık; bu milletin, bu, benim baharım!
Işığını, rengini öbür âlemden alan..
O büyülü soluklarla gebe kalan zaman.

KARANLIK BOĞULURKEN
Şafak çokdan sökdü, ufukda ışık cümbüşü,
Zulmetler hırıltıda, soluk soluğa nurlar.
Çözülüyor bir bir ufkumdaki sis ve duman,
Ve sökün söküne her yanda ayrı bir bahar...

Yollarda bir nesil var sanki fetih ordusu,
İki büklüm olmuş rükûa varıyor surlar.

Tâlihime tebessüm ediyor arz u semâ,
Ve bir zafer tâkına doğru gidiyor yollar..

Şanı, şerefi destanları aşacak o gün,
Dostlar şahlanır, düşmanların yüreği hoplar.

CANLI İRADELER
Meltemler gibi üfül üfüldür bazen kader;
Zaman zaman da bir poyraz gibi zorlu eser...
Koca dağlar önünde toz-duman olur gider,
Ayakları baş, başları da yerle bir eder.
Bazen olur dertli sîneleri okşar geçer;
Bir bakarsın mutlu çehrelere gamlar serper...
Bir sırlı program ki, aslâ aklımız ermez,
Sırlara açık ruhlardır ki hiç dize gelmez.
İnan ve şaşkınlığa düşüp sakın yıkılma!
Güzellere göz kapayıp çirkine takılma..!
Dağların güneşe baktığı gibi O’na bak!
Hep nûrunu kolla, zulmeti bir yana bırak!
Ârifler gibi dön-dur hâdiseler içinde!
İyi yanlarını gör zevkin de, kederin de..!
Gamı-tasayı bırak.. irâden canlı ise!
Ümît kaynağı ol, olabilirsen herkese!
Bir âsûde bucak arayan hep sana koşsun..
Girenler iklîmine şevk u târâbla coşsun...

ŞEVK YOLU
Arkadaşlar, arkadaşlar
Şevk mezhebi yoldur bize!
İmâna doymuş yoldaşlar,
Dikenler hep güldür bize!

Şükür, gördük Hak yüzünü,
Bulduk özlerin özünü,
Minhâc ettik her sözünü,
Beyânı bürhândır bize.

Kuvvet O’nun biz güçlüyüz;
O’nun nâmıyla ünlüyüz..
Zirveler aşar yürürüz;
Zorluklar âsândır bize.

Malımız yok pek ganîyiz;
O’nun ile olduk azîz.
Tefekkürdür mesleğimiz;
Yaş-kuru irfandır bize.

Ova-oba, bütün çöller,
Her yanda zikreden diller,
Rengârenk açılmış güller,
Her biri beyândır bize!

Şevkle hizmet şiârımız,
O’nu düşünmek kârımız,
Evvel-âhir âvâzımız:
Kitabı imâmdır bize!

O’nu bilip O’nu bulduk,
Hüzn ü yeisten kurtulduk;
Bulanıktık.. ve durulduk,
Rahmeti ummandır bize.

BU YİĞİTLER
Bir tulû’ kadar gurûbu seyretmek de tatlı,
Rûh, bir kısım sihirli duygularla kanatlı..
Her gurûb, bir tulû’a emâre bu âlemde,
Karanlığın arkasında ışıktan bir perde.
Geceleri gökler pırıl pırıl çehresiyle,
Hep bir türkü söyler o müthiş hendesesiyle.
Sessiz, durgun ve dupduru iklîmiyle semâ,
Bize göz kırpar.. arkasında ayrı bir dünyâ...
Hazân kış güftesiyle gelir, bestesi bahar,
Karın-buzun bağrında mayalanır çemenzâr!
Gurûbda sırlı renklerle tüllenir yamaçlar,
Öteden gölgeler gibi salınır ağaçlar..
Bir başka âlemden gelip sarkmış gibi dal dal,
Herbir dalda ebediyeti seyreder hayâl...
Bir gizli pancur açılmış gibi ötelerden,
İnsan sıyrılabildiği sürece kendinden;
Uhrevî besteler duyar gönlünün sesinden..
Cennet nağmeleri dinler kendi nefesinden.
Coşar ve şahlanır ruhlar vuslat hayâliyle,
Yârın ışıklarla süzülen yâl ü bâliyle...
Ruh bu rüyâ âleminden uyanmak istemez;
Bu âleme erenler aslâ geriye dönmez!
Gözleri süzgün, O’nu görür, O’nu sezerler,
Ellerinde aşk kâsesi hep mahmûr gezerler.
Sonsuzluk şarabıyle sermest ebedî rindler,
Her zaman ışık türküsü söyler bu yiğitler...

IŞIKLA ÇARPAN SÎNELER
Işıktan sîneler yaşar hep hâtıralarla,
Sıyrılmış görünürler bugünden, gelecekden,
Bir başka olur ülfetleri kışla - baharla,
Çark hazla döner - durur, şevk dinlerler felekten.

Vuslatta firâk, firâkta vuslat hülyâları,
Bir sihirli düş ki hiç, uyanmak istemezler.!
Yâr yolunda yanıp kül olmaktır rüyâları,
“Cennet’e gir” denilse, ihtimâl dilemezler..!

MÜTEFERRİK

MAHZÛN DAĞ

Târih gibi çok eski ve kendin gibi sanlı,
Bir ulu kavgadan muzaffer çıkmışdın şanlı;
Bir kaç düzine canlı, üç beş tane îmânlı;
Gelip konmuşdu bağrına mahzûn ve hicranlı...
Sendin dağlar arasında o biricik namlı,
Lutf u gazabı birleştiren yüce ünvanlı!
Şimdi binbir ızdırâpla sessiz ve de gamlı;
Az ötedeki bir hercümerçten ki çok kanlı..
Tûfânla yok olan milletden daha buhranlı;
Durdukça baş ucunda uğursuz hafakanlı;
O aşılmaz zirven kalacak dâim dumanlı..!

ZAMAN ASİMETRİSİ

Zaman gelip geçmiş hissizlere ne!
Tulû’u, gurûbu gözsüz ne bilir!
Körler üzerinden geçse de sene,
Zaman der inler, zaman der esirir..

Zaman iç içe bir düğüm,
Zaman sırlı bir kördüğüm...
Geçen günler defterlerde hâtıra,
Defterler hesaplaşma kefesinde..

Sıkıştırılmış bir-iki satıra,
Hüzünlü melodi ölgün sesinde.
Hazanla dökülmüş yaprak,
Yerlerde sürünen bayrak...

Zaman fıkır fıkır her yanı işve,
Çapkınlara tuzak bir karadelik;
Farkedinceye dek hep tatlı neşve,
Beylik sayılan bir sefil kölelik..

Aydınlık ruhlar öğünsün,
Gafletli başlar döğünsün...
Onda sonsuzluğa uzanan yollar,
Onda meknî ebediyet şuuru;

Bizi kucaklayan ışıktan kollar,
Kapalı fânusta sırlar menşûru...
O “Ben O’yum” dediği sır,
Darda kalmışlara Hızır...

ÇEKİŞEN DÜNYÂLAR

Acıyan O, gözeten O, gerisi hep hissiz,
Bir tane merhametli, bir sürü merhametsiz.

Kalbler derin bir şevkle O’nu hecelemekte,
İnançsız dimağlarsa, ömür boyu hayrette:

Yapayalnızlar, beşikden tâ mezara kadar,
Bu kara yalnızlıkda bir yığın ızdırâp var...

Dünyâ derin bir kuyu, sonu ölüm çukuru,
Yollar zaman tüneli, boru içinde boru.

Önde karadelik, arkada ölüm ejderi,
Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri...

Ufku şafak bilmez, hazan sarmış baharını,
Bedbinlik, ümîdsizlik karartmış her yanını.

Bizim ufkumuzda renkler: Mavi, kırmızı, mor,
Heryerde renkden cünbüşler O’nu heceliyor.

Çevremiz pırıl pırıl nûr, buğu buğu huzûr,
Gök-yer raksa gelmiş her yanda ayrı bir sürûr!..

Kevserler çağlıyor, kevserler etrafında biz,
Suyu kesilmez çeşme akıyor sessiz sessiz...

Koş, yetiş sen de ışık ordusuna ve kurtul..!
Kulluklardan sıyrıl, sadece Allah’a kul ol!

Herşeyde bir ölgünleşme , herşeyde tükeniş,
Tek bir yol var: Ölümsüzler kervanına yetiş!

İNANCIN AK İKLİMİNDE

Kuşlar gibi pervâz etmekte sonsuzluğa rûh;
İç içe gönlündeki sırlı pencerelerden.
Her taraf aydınlık, her yanda ayrı bir vuzûh;
Binbir çeşit ışık dalgasıyla ötelerden.

Önünde semâ, ve her yanda nurdan ırmaklar;
Burada rûhânîler sonsuz sükûna dalmış.
Aslâ hazân görmeyen zümrüt gibi yapraklar;
Bu ölümsüz ülkede olduğu gibi kalmış...

Hiçbir karanlığın uğramadığı bu yerde,
Sonsuz’a uzayıp giden apaydınlık yollar;
Dostun cemaline erildikçe perde perde,
Vuslat şevkiyle yaylar gibi gerilmiş kullar...

Duygularıyla denizler gibi köpürürler;
Binlerce mevce kovalar binlerce mevceyi.
Buraya yoklukla gelir, varlık götürürler..
Çözülmüş bulurlar o çözülmez bilmeceyi...

Yıldızlarla dizdize.. ve ruh O Bilinmez’le,
Başlar; hayâl edilen âlemler belirmeye.
İç içe girer artık (sezilen) (sezilmez)le;
Teşne ezelden insan, bu menzile ermeye.

Hülyâ bu iklimlerin altın kanatlı kuşu,
Engelleyemez onu ne deniz ne de kara;
Kanat çırpar yükselir, devam eder uçuşu,
Sığmaz olur artık yere, göğe, ufuklara...

HAYÂLLERDEKİ MA’NÂLAR

Şevkle şahlanmış ruhların gezdiği yerlerde,
Gördümdü yıldızlar arası taht kuranları.
Her gece bir başka visal ile perde perde,
Girip Dost harîmine mahmûr dolaşanları.

Aşkın “hay-hûy”uyla inleyen sînelerinde,
Ebedî sükûnun nağmeleri duyulurdu.
Binbir güneşin kol gezdiği iklimlerinde,
Gümüşten kanatlı güvercinler uçuşurdu.

Mâvilikler içinde uzayıp giden yollar..
Ve ışığın ilk kaynağı, herkesin murâdı.
Her lâhza vuslat arzusuyla gerilen kullar,
Hayrete erince secdeye kapanırlardı.

Şimdi üstûre sayılan o renkli levhalar,
Târihsiz nesillere göre birer hâm hayâl..
Ey hayâllerde hâlâ parıldayan ma’nâlar;
Yetişir, gelin! Gelin, artık bitsin bu melâl!

BİR KAŞIK İRFÂN

Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyâdan,
Hezeyanla geçiyor sabahlar ve akşamlar.
Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan,
Dolapda dönen yolda, yolunu kesmiş yollar...

Birşey gördüm sanıyor, gördüğü sis ve duman,
Zannınca yol alıyor, mesâfeler ayarsız;
Bir ömür boyu alıp satıyor hiç durmadan;
Ama, kantarlar vefâsız, kıstaslar vefâsız...

Gerçeklere kapalı rüyâlarla avunur,
Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde;
Alternatif yokluk, yoklukta çalım ve gurur,
Derenin dibindeyken, dağların zirvesinde...

Âlemi hor görme, bencillik, kibir ve caka,
Küçüklüğe emâre ne varsa hepsi onda.
Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk’a;
O pesbayağı ruh, görünme sevdâsında.

Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi,
Ma’nâsız bakışlarında Mecnûn’ca gülüşler;
Bir kaşık çalsan irfânına görünür dibi,
Sırf bir aldatmaca o aydınca görünüşler.

GENÇLİĞİM

Dalmışdım rengârenk hülyâlara bir dönemde,
Rûhumda dinleyerek sonsuzluk mûsikîsi;

Coşmuş ve haykırmıştım çelikten sadâ ile..
Bir sürü düşünce tüllenirken benliğimde;

Ama bilmem ki kaçının duyulmuştu sesi,
Hâlâ bir sır yumağı sanki o günkü çile.

Görürdü çocukluk devrimi idrâk edenler,
Hayâlin kollarında bugünü kucaklarken;

Doğrusu, o gün bir rüyâ sanıyordu bunu,
Kelebekler gibi ışığa doğru gidenler;

Henüz âlem uykudayken.. ve o kadar erken,
Göremezdik onlar ve ben bu rengârenk sonu.

Kutlu horoz ötüyordu bir ezan sesiyle,
Sadâ yankılanıp çarptı mezar taşlarına

Bir karanlıklar yumağı içindeyken eşyâ..
Hayat üflüyordu ilhâm kokan nefesiyle

Işık ordusundan nurlu arkadaşlarına
Artık diriliş solukluyordu bütün dünyâ...

DÜŞÜNCE TOKMAĞI

Düşünce bir tokmak dövülen rûhum,
Tıpkı mercanlar gibi sînemde kan..
Yutkunup yutkunup hep inliyorum,
Dudağım buruk, rûhumda heyecan.

İçimde tasa, şakaklarımda ter,
Bir çıldırtan dert ki her dertten beter:
Bunu anlamak için irfan ister..
Ve ızdırâptan şerha şerha vicdan...

Gamsıza hâl anlatmak zorlardan zor,
Bedenin kulları bitevî mahmûr..
Çakırkeyf, serâzat, gamsız ve mağrur,
Gülüp geçiyorlar sana arkadan.

Çileyle başbaşa sonsuza kadar,
Kal ki “ateş düştüğü yeri yakar”
Varsın anlamasın derdini ağyâr,
Meydanlar er ister, erler de meydan.



Description of Product
Detailed description of a product. This description could include: Basic information about the line of products and any information that you might use to describe your product. .95

Description of Product
Detailed description of a product. This description could include: Basic information about the line of products and any information that you might use to describe your product. .95
Description of Product
Detailed description of a product. This description could include: Basic information about the line of products and any information that you might use to describe your product. .95



Detailed description of a product. This description could include: Basic information about the line of products and any information that you might use to describe your product. .95

Description of Product
Detailed description of a product. This description could include: Basic information about the line of products and any information that you might use to describe your product. .95